13 Ekim 2012

Kalıpta erimek

Dışarı çıkınca nefes alır almaz kokladığım havanın kokusu içimi ferahlattı. Özlemiştim. Tanımlamaya çalıştım hemen. Sadece ilkbaharda ve sonbaharda arada bir çıkan koku. Hava serincedir, sıcak değildir, toprak nemlidir, güneş vardır ve ısı marifetiyle toprak ve etraf bir koku saçar. Severim çünkü kavrulmuşların kokusu yoktur, donmuşların kokusu yoktur. Serin birşeydir ama hafiften ısınır, ısınınca verir o kokuyu.

Sonra da tanımdan geçtim çünkü beceremedim, bunu nasıl tutarız, nasıl anlık olmaz, nasıl durur, nasıl canımız çektiği zaman koklar hale geliriz diye düşünmeye başladım. Parfüm romanı aklıma geldi. Parfüm olmaz dedim, parfüm sentetik, tek bir nesne. Bu kokuyu her içine çeken aynı şeyi hissetmez, bazen ayırdına bile varmaz, aynı kokuyu koklamamış olur. Bir yandan da bu kokuyu saklarken nesnel olmayan herhangi bir şey kullanamayız dedim.

Sonra, herşey öznel değil, herşey nesnel değil diye düşünürken dün işyerindeki toplantı aklıma geldi. Granül kahvenin ne zaman suya atılması gerektiğini konuşan birkaç üretim mühendisini dinledim. Kahveyi tam 90 derece olmadan ya da 90 derece olur olmaz atmak gerektiğini, o zaman tadının daha iyi olacağını söylerlerken, nasıl biliyorsunuz 90 derece olduğunu da 95 olmadığını devamlı derece mi taşıyorsunuz diye sordum. Sonra bıraktım kendilerri içerisinde bir nevi bilimsel konuşma döndü. Tanıştığım zamanın ilk anından beri tam bir kalıp mühendisi olduğundan emin olduğum kişi beni yanıltmadı, tanıştığımızda gözlerimin içine bakmaktan ziyade 'sizden talep edeceğim çok fazla iş var' diyen ve 'mühendislerin olduğu toplantıda zaten ne olacak, termodinamik vesaire konuştuğumuz konuya bak, ehehe' cümleleri ile bezeli, kritik eleştirmekten çok kendi klanını övmeye dayalı, bu şekilde düşünmenin ve hayata devamlı bu şekilde yaklaşmanın ne kadar 'özel' olduğunu hissettiğini hissettiren bir takım cümlecikler kurdu. Fakat garip şekilde beni de aynı klanda zannetti sandım. Çünkü titr ve konumum gereği ben de 'mühendis' olmalıydım başka türlü bu konuda yönetici olamazdım. Biyografime veya özgeçmişime bakmamış olduğunu anlamış oldum.

Yine döndüm 'mühendis'lerin arasına. Muhan Hoca'mı da andım. 'Mühendislerden nefret ederdi' der ve yanılırlar, bu çeşit 'kendi kalıbının içinde eriyen' düşünme şekline gıcık kapardı diye düşünüyorum. Böyle düşününce biraz daha anlıyorum.

Olgulara bilimsel bakış açısıyla yaklaşmak ile bunu baz alarak diğer alanlara doğru genişlemek farklı şeyler. Mühendisliğin öğrettiği sistematik bakış açısı, mühendisliğin öğretildiği her bir bireyde farklı tezahür ediyor, kalıpta donuyorlar genelde. Mühendisliğin öğretilmediği bir bireyin de sistematik bakış açısı olabiliyor.

Çok lazımdı diye ifade etmek isterdim. Kalıpla şekillenmiş olmak, kalıbın içinde eriyip katılaşıp farklı şekil alamamak nedir yani... zaman zaman çok öğretici bir yanım vardır

Hiç yorum yok: